Müthiş bir dayanışma örneğiydi. Bizim, iyi insanlar olduğumuzun kanıtıydı. Küçük bir meleği kurtarabilmek için hepimiz seferber olduk, İsveç’te akademisyen olan babası, Doçent Umut Özkırımlı’ya para yolladık. Çok kısa bir sürede 250 bin dolar toplandı. Ve nöroblastom kanserinin bütün yeni tedavileri küçük Lucca üzerinde denendi. Bu destekler sayesinde Lucca diğer vakalara göre iki yıl daha uzun yaşadı. Ama ne yazık ki temmuz ayında hayata veda etti. Bir anne-babanın yaşayabileceği, tartışmasız en büyük acı! Katıla katıla ağladığım bir röportaj oldu. Karşımda çok cesur, çok açıksözlü bir baba vardı. O da yaşadıklarını ağlayarak anlattı. Yine bizden destek istiyor ama bu sefer Lucca adına bir fon kurmak ve Türkiye’deki ‘nöroblastom çocuklar’ın tedavilerine yardımcı olabilmek için. Aynı zamanda belgesel çekip kitap da yazacak.
Beş yaşındaki oğlunuz Lucca, nöroblastom kanseriydi. 2016’da, “Lucca’ya geleceğini geri vermemize yardım eder misiniz” diye bir kampanya başlattınız. Bütün Türkiye ağladı ve destek oldu. Yüzbinlerce dolar toplandı. Sonra neler oldu?
- Öncelikle Lucca’ya destek olan herkese teşekkür ederim. Tedavi masraflarının yüzde 80’ini Türkiye’den gelen bağışlar karşılıyordu. Bunun için ülkemin insanlarına müteşekkirim. 11 aylıkken, “Diş ağrısı var galiba” diye doktora götürdüğümüz minik oğlumuz, nöroblastom kanseri çıktı. Daha çok çocuklarda görülen bir kanser türü. Çok mücadele etti. Pek çok farklı ülkede, pek çok tedavi denendi. Minik savaşçımız tam 36 kez kemoterapi aldı. Ne yazık ki ne yaptıysak kurtaramadık. Geçen temmuz ayında, beş yaşında vefat etti...
* Çok çok üzücü. Yürek dayanmaz. Başınız sağ olsun...
- Teşekkür ederim. İsveç’te, Amerika’da, Danimarka’da, İspanya’da tedaviler uygulandı. Ama kanser hep geri geldi. “Gayet iyi gidiyoruz, yaşasın!” derken hep bir daha nüksetti...
* Bu süreçte hep beraber miydiniz?
- Evet, bizim ‘Team Lucca / Lucca takımı’ dediğimiz bir beşlimiz vardı. Annesi, anneannesi, dedesi, dedesinin partneri. Her yere birlikte gittik. En son Kopenhag’dan sonra dört ay Lucca’yı idare etmeye çalıştık, kanseri duruyor ama ilerlemiyordu. İsveç’e döndük. Doktorlar, “Artık kötü sonu düşünmeye başlayabiliriz” dediler. Çünkü aldığı kemoterapiler onu mahvediyordu. Mutlaka sonrasında komplikasyon oluyordu. Lejyoner hastalığı denilen, artık tarihe karışmış bir mikroptan hastalandı mesela. Çünkü bağışıklık sistemi çöküyordu. Annesi onun acı çekmesine dayanamadığı için, “Artık bırakalım!” dedi. Ben dedim ki, “Hayır, Los Angeles’a da götüreceğiz!”
* Gittiniz mi?
- Evet. Yine Lucca’yı yaşatmaya çalışanların gönderdiği bağışlarla. Üçüncü tedaviyi de orada gördü. Los Angeles’ta muhteşem bir dört ay geçirdi. Tek bir hap alarak sağlıklı bir şekilde yaşadı. Ama antibiyotikte olduğu gibi tümörler de, ilaçlara karşı rezistans geliştiriyorlar. Dört ay sonra ilaç etki etmedi. Tekrar hastalandı. Oradan Barselona’ya geçtik. İmmünoterapi ve kemoterapi başladı. Cevap verecek mi vermeyecek mi derken birinci tedavi tamamdı. “Yaşasın, direniyor, yine becerdi! Üçüncü kez yendi kanseri!” dedik. Çok ümitliydik. O sırada denize bile giriyordu. Sonra İsveç’e döndük, ikinci tedavi için yine Barselona’ya gidecektik. Bekliyorduk. Ama gidemedik. Bir anda, bir gece kanama başladı. Ağzındaki tümör yaraya döndü ve ağzından kan gelmeye başladı. İki gün kanama artarak devam edince acil hastaneye kaldırdık. Minik bir operasyonla kanamayı durdurdular ama dediler ki: “Bu geçici! Kanser geri döndü. Artık hiçbir şekilde durduramıyoruz.”
* Sonun başlangıcı yani...
- Evet. Pazartesi günü benim evimin bahçesinde elma ağacına tırmanıyordu. Salı ağrıları başladı, kanamayla birlikte. Hastaneye kaldırdık. Perşembe sabaha kadar ağzından sürekli kan geldi. Uyuşturuldu morfinle. Sırtüstü yatmaması gerekiyordu; kan, boğazına kaçıp boğulabilir diye. Yan çevirdik bütün gece boyunca. Cuma sabahı acil operasyona alındı. O ameliyatın sonrasında hayata döndürülmemesi kararını imzaladık annesiyle. Eve çıkarma kararı aldık. Sonrasında da bir ay yaşadı zaten...
Ölü yavrusunu kollarında tutması kadar, insana acı veren bir şey yokSonunda çocuğunuzun celladı da oluyorsunuz
*Tüm bu tedavilere karar vermek nasıl zorlu bir süreçti?
- Korkunçtu.
* İnsan kendisini, çocuklarından birini seçmek zorunda kalan Sofie gibi hissediyor mu?
- Hissetmez mi? İşin garibi, “Birini seç, birini kurtar yok!” Tek çocuk var ve seçim onun hayatı üzerine. Sürekli onun hayatını kurtarabilecek kararları vermeni istiyorlar. “A tedavi seçeneğine tamam dersen, çok acı çekecek ama belki de iyiye gidecek... Sonra
B tedavisi... Sonra C tedavisi... İmmünoterapide -bu, sinir sistemi kanseri olduğu için- ilaç, sinir hücrelerine veriliyor. Ve o küçücük çocuk, ayak parmaklarına kadar korkunç acılar çekiyor. Tam 30 dakika boyunca. İşkence gibi. Sen de verdiğin kararla çocuğunun işkencecisi oluyorsun. Doktor size diyor ki, “12 ile 14’üncü dakikada kıvranmaya başlayacak. Acı artacak. Çok acı çekecek. Orada sakin olmak zorundasınız!” 18’inci dakikada tavan yapacak. Sonra gitgide azalacak. Odada doktorlar başında, üç de hemşire... Ve biz...YAZININ TAMAMINI OKUMAK İÇİN TIKLAYINIZ
Beş yaşındaki oğlunuz Lucca, nöroblastom kanseriydi. 2016’da, “Lucca’ya geleceğini geri vermemize yardım eder misiniz” diye bir kampanya başlattınız. Bütün Türkiye ağladı ve destek oldu. Yüzbinlerce dolar toplandı. Sonra neler oldu?
- Öncelikle Lucca’ya destek olan herkese teşekkür ederim. Tedavi masraflarının yüzde 80’ini Türkiye’den gelen bağışlar karşılıyordu. Bunun için ülkemin insanlarına müteşekkirim. 11 aylıkken, “Diş ağrısı var galiba” diye doktora götürdüğümüz minik oğlumuz, nöroblastom kanseri çıktı. Daha çok çocuklarda görülen bir kanser türü. Çok mücadele etti. Pek çok farklı ülkede, pek çok tedavi denendi. Minik savaşçımız tam 36 kez kemoterapi aldı. Ne yazık ki ne yaptıysak kurtaramadık. Geçen temmuz ayında, beş yaşında vefat etti...
* Çok çok üzücü. Yürek dayanmaz. Başınız sağ olsun...
- Teşekkür ederim. İsveç’te, Amerika’da, Danimarka’da, İspanya’da tedaviler uygulandı. Ama kanser hep geri geldi. “Gayet iyi gidiyoruz, yaşasın!” derken hep bir daha nüksetti...
* Bu süreçte hep beraber miydiniz?
- Evet, bizim ‘Team Lucca / Lucca takımı’ dediğimiz bir beşlimiz vardı. Annesi, anneannesi, dedesi, dedesinin partneri. Her yere birlikte gittik. En son Kopenhag’dan sonra dört ay Lucca’yı idare etmeye çalıştık, kanseri duruyor ama ilerlemiyordu. İsveç’e döndük. Doktorlar, “Artık kötü sonu düşünmeye başlayabiliriz” dediler. Çünkü aldığı kemoterapiler onu mahvediyordu. Mutlaka sonrasında komplikasyon oluyordu. Lejyoner hastalığı denilen, artık tarihe karışmış bir mikroptan hastalandı mesela. Çünkü bağışıklık sistemi çöküyordu. Annesi onun acı çekmesine dayanamadığı için, “Artık bırakalım!” dedi. Ben dedim ki, “Hayır, Los Angeles’a da götüreceğiz!”
* Gittiniz mi?
- Evet. Yine Lucca’yı yaşatmaya çalışanların gönderdiği bağışlarla. Üçüncü tedaviyi de orada gördü. Los Angeles’ta muhteşem bir dört ay geçirdi. Tek bir hap alarak sağlıklı bir şekilde yaşadı. Ama antibiyotikte olduğu gibi tümörler de, ilaçlara karşı rezistans geliştiriyorlar. Dört ay sonra ilaç etki etmedi. Tekrar hastalandı. Oradan Barselona’ya geçtik. İmmünoterapi ve kemoterapi başladı. Cevap verecek mi vermeyecek mi derken birinci tedavi tamamdı. “Yaşasın, direniyor, yine becerdi! Üçüncü kez yendi kanseri!” dedik. Çok ümitliydik. O sırada denize bile giriyordu. Sonra İsveç’e döndük, ikinci tedavi için yine Barselona’ya gidecektik. Bekliyorduk. Ama gidemedik. Bir anda, bir gece kanama başladı. Ağzındaki tümör yaraya döndü ve ağzından kan gelmeye başladı. İki gün kanama artarak devam edince acil hastaneye kaldırdık. Minik bir operasyonla kanamayı durdurdular ama dediler ki: “Bu geçici! Kanser geri döndü. Artık hiçbir şekilde durduramıyoruz.”
* Sonun başlangıcı yani...
- Evet. Pazartesi günü benim evimin bahçesinde elma ağacına tırmanıyordu. Salı ağrıları başladı, kanamayla birlikte. Hastaneye kaldırdık. Perşembe sabaha kadar ağzından sürekli kan geldi. Uyuşturuldu morfinle. Sırtüstü yatmaması gerekiyordu; kan, boğazına kaçıp boğulabilir diye. Yan çevirdik bütün gece boyunca. Cuma sabahı acil operasyona alındı. O ameliyatın sonrasında hayata döndürülmemesi kararını imzaladık annesiyle. Eve çıkarma kararı aldık. Sonrasında da bir ay yaşadı zaten...
Ölü yavrusunu kollarında tutması kadar, insana acı veren bir şey yokSonunda çocuğunuzun celladı da oluyorsunuz
*Tüm bu tedavilere karar vermek nasıl zorlu bir süreçti?
- Korkunçtu.
* İnsan kendisini, çocuklarından birini seçmek zorunda kalan Sofie gibi hissediyor mu?
- Hissetmez mi? İşin garibi, “Birini seç, birini kurtar yok!” Tek çocuk var ve seçim onun hayatı üzerine. Sürekli onun hayatını kurtarabilecek kararları vermeni istiyorlar. “A tedavi seçeneğine tamam dersen, çok acı çekecek ama belki de iyiye gidecek... Sonra
B tedavisi... Sonra C tedavisi... İmmünoterapide -bu, sinir sistemi kanseri olduğu için- ilaç, sinir hücrelerine veriliyor. Ve o küçücük çocuk, ayak parmaklarına kadar korkunç acılar çekiyor. Tam 30 dakika boyunca. İşkence gibi. Sen de verdiğin kararla çocuğunun işkencecisi oluyorsun. Doktor size diyor ki, “12 ile 14’üncü dakikada kıvranmaya başlayacak. Acı artacak. Çok acı çekecek. Orada sakin olmak zorundasınız!” 18’inci dakikada tavan yapacak. Sonra gitgide azalacak. Odada doktorlar başında, üç de hemşire... Ve biz...YAZININ TAMAMINI OKUMAK İÇİN TIKLAYINIZ