Edebiyat dünyasını keşfedin

TAKİP ET

Business Channel Türk'te iş dünyasının nabzını tutan 'Burçin Alpacar ile Marka Budur' programına Yayıncı ve Yazar Erhan Arda konuk oldu.

Reklam
Reklam

Üniversite eğitimimden sonra uzun yıllardır yayıncılıkla uğraşıyorum. Yaklaşık 1000’e yakın kitapta imzam var. Yayın editörlüğü ve yayın danışmanlığı devam ediyor. Yazın atölyesi derslerimize de başlayacağız.

 

Okumayı öğrendikten sonra sürekli bir okuma arzusu yaşadım. Okumadan hiçbir zaman kopamadım. Zaten insan eğitim süresince okumakla uğraşıyor. Eğitim süresi uzadığı için okumak insanların hayatlarındaki önemli bir parça haline geldi. Okumaya karşı olan aşkımla bendeki okuma alışkanlığı da uzadı.

 

Yayıncılık yaparken bu işin her noktasında yer almak birtakım tecrübeler oluşturuyor. Piyasanın da birtakım ihtiyaçları oluyor. İlk yazdığım kitaplar biraz farklı. Ekonomi Sözlüğü ve Ekonomi Bilimler Sözlüğü hazırladım. Bunları hazırlamamdaki amacım, daha çok araştırmak, öğrenmek ve daha çok aktarabilmektir. Asıl en altta yatan, edebi metinlerle ilgilenme arzuma daha çabuk ulaştırdı. Ama tabi uzun bir yol aldık.

 

Yazının tarihi çok eskilere dayanıyor. Mağaralara çizilen resimler de yazının bir çeşididir. Yazının özünde yer alan mesaj verme, birileriyle iletişim kurmadır. Vermek istediğimiz mesajların içerikleri farklı farklı tatbikî. Bir bilim adamı buluş yapıyor. O da bir mesaj veriyor. Başkasına da aktarma ihtiyacı duyuyor. Dolayısıyla yazar olmak isteyen kişiler öncelikle çevresini, kendisini, düşünce dünyasını ve toplumu algılamada çok keskin bir göz sahip olmalıdır. Öncelikle bu gözü iyi oluşturmalı. Yazılmış ve yazılmakta olanlara bakan gözün sahibi ya bir iz al, ya da bir iz bırak. Bu cümle bana birtakım şeyleri ifade etmekte güzel geldi. Bu cümleyi 12-13 sene önce öğrendim. Özünde yazma ve okumayı ifade ediyor. Doğal olarak üretimle de bağlı.

 

Yazarlık atölyeleri ve kurslarında çeşitli uygulamalar yapılıyor. Bazıları sadece teorik olarak anlatımda oluyor. Bunun yanında uygulamada gerekiyor. Atölyede hem teorik bilgiler veriliyor, özellikle edebi metinlerin yazımla ilgili prensiplerini öğretiliyor, hem uygulamalar yaparak bu iş pekiştiriliyor. Hepimiz sonuçta bir mesaj vermek istiyoruz. ‘Neden birlikte yaşıyoruz?’ sorusunun cevabını aradığımızda altından çok şeyler çıkıyor. İnsanoğlu kendisinin dışında başkalarının yaptıklarına da ihtiyaç duyuyor. Ötekiyle ilintiyi mesaj her zaman sağlıyor. Bunun en temelinde yazı yer alıyor. Mesaj vermek için kullanılan metinler de değişiklik gösteriyor. Edebiyat kuramları çok çeşitli. Her gün yeni şeyler bulunuyor. Dünyada haberleşme ve iletişim çok geliştiği için insanlar yerel ve global çapta anında birbirlerine ulaşıyor.

 

İnsanı diğer varlıklardan ayıran en büyük özelliklerden birisi yazıdır. Yazıyla kendimizi değiştirebildiğimiz gibi kendimiz dışındakileri de değiştirebiliyoruz. Eylemleri üstünde yönlendirme yapabiliyoruz. Yazı hem eşyayı, hem manayı değiştirebiliyor. Bizler mutlu olduğumuz şeyleri yazıyla kendimize çekebiliyoruz.

 

Yazının paraya dönüşümü, ya da paranın yazıya dönüşümü düşünülebilir. Ekonomi ile düşün dünyası ilintilidir. İktisada da özel bir ilgim var. İktisat tarihine baktığımızda birçok düşünür aynı zaman birer edebiyatçıdır. En çok ismi geçen de İngiliz John Stuart Mill’dir. Hem iktisat alanında, hem de edebiyat alanında önemli birisidir. Ekonomi yaşamla özdeş bir kavramdır. İnsan düşünen bir varlık olduğuna göre ekonomiyi eşya üstünde tasarruf ettiği için ki genelde bunu düşünerek yapıyor. Bununla tasarruf ve kazanç elde etmeye çalışıyor. Dolayısıyla edebiyat bize çok zengin bir dünya bahşediyor. Edebiyatçılara bakıldığında farklı düşünceler, bilgiler ediniyoruz.

 

Yazı neden önemli? Yazı, geçmiş çağlardaki bilgileri de geleceğe aktarmanın da bir yoludur. Yazı bir aktarma aracıdır. Bilgilerin gelecek kuşaklara aktarılması önemlidir. Bir birikim aktarılıyor. Bu konuyla ilgili edebiyat dünyasının büyük üstatlarından Borges’in bir hikayesi var. En çok sevdiğim yazarlardan birisidir. ‘Tanrının el yazısı’ diye bir öyküsü var. Bir kişi zindana düşüyor. Yanındaki hücrede de bir jaguar hapis ediliyor. Zindanın zemini taştan. Bir gece rüyasında bir kum tanesi görüyor. Uyanıp tekrar uykuya dalınca rüyasında kum tanesi iki tane oluyor. Tekrar uyanıp uykuya dalınca kum tanesi üç tane oluyor. Bu böyle çoğalıyor. Daha sonra kum taneleri üstünü örtüyor ve onların altında öleceğini düşünüyor. Rüyadan uyanmaya çalışıyor ama uyanamıyor. O esnada rüyasında bir kimi ona ‘Sen kum tanelerinin arasında yitip gideceksin. Çünkü bu sonsuzdur. Dolayısıyla bu sonsuz düş ile kum tanelerinin sayısı aynıdır. Sen düşten düşe uyandığın için sonsuzluk içinde kaybolacaksın. Kum taneleri seni örtecek ve burada öleceksin’. Derken yukarıdan kapak açılıyor. Gardiyan yemek ve su bırakmaya geliyor. Onu uyandırıyor. Bu mahkumiyeti içinde roman kahramanın düşüncesi şu, acaba tanrı zamanın sonunda bir yıkım ve yağma söz konusu olacağı için insanları bundan alıcı bir sır yazmış olmalı. Bunun da çağlar boyu aktarılması gereken bir şey olması gerekiyor. Acaba bunu nereye yazdı diye araştırıp düşünüyor. Ama bu yazının yazılı olduğu yeri, bu yazıyı keşfetmek çok zor olduğunu düşünüyor. Tanrının da bunu kolay şekilde açığa çıkmayacak şekilde ve salt olarak yazının yazılması gerektiğini ve Tanrı adına bu düşünceye kalkışıyor. Bunu bir ara kafirlik olarak addediyor. Sonra aradığı sırrın aslında jaguarda olabileceğini düşünmeye başlıyor. Işık geldiği anda onun beneklerini düşünüyor. Beneklerin yerleşim şekillerini düşünüyor. Çünkü, bu sırrın korunması hiç yok olmayacak bir şey de olması lazım diyor. Dolayısıyla Tanrı yazıyı jaguarın üstüne yazmış olabilir diyor. Dolayısıyla böylesi bir aktarımı simgelemek istiyor.

 

Kumbaraka atölyemiz 21 Mart’ta Bursa’da başlıyor.  


Kaynak:Business Channel